KIRMIZI KAMYONET

 KIRMIZI KAMYONET

     Soğuktu ve yağmur çiseliyordu.
     Soğuktu hem de çok soğuk.Çölleşen dünyanın aradığı bir soğuk.Bir çocuk takılıyor gözlerime.Sokakta yürürken üşüyen ,üşüdükçe güneşli günleri hayal edip ısınmaya çalışan bir çocuk.Bizler kapılarımızı ve pencerelerimizi sımsıkı kapatırken dünyaya , soğuk ve yağmur çiseleyen bir gecede bu ve bunun gibi yüzlerce çocuk ölüme yürüyor hayata inat…Bizler yorganımızı iyice çekerken üzerimize,onlar da güneşin hayalini çekiyorlar gözlerini örtene dek üzerlerine.Peki niye gözlerini de örtüyorlar?
     Ayak sesleri kaldırımlarla söyleşen bir çocuk. Henüz sekizinde ömrünün takvimi. Yaşıtları evde uyurken ve anneleri gece boyunca defalarca kalkıp üzerlerini örterken o sokakları anne bildi, kaldırımları yorgan. Elleri cebinde kayıtsızca yürürken bir sesle irkildi. Cebindeki elleri gerildi birden. Oysa alışkın olmalıydı böyle ani seslere. Alışkındı fakat bu ses tanıdıktı. Sanki ağlıyordu. Sesin geldiği yere doğru yaklaştı ve eğildi. Çöp konteynırı altında kısık gözlerle etrafa bakan minicik bir kedi. Üşümüş titrek bir halde bakıyor. Bir müddet bakıştılar. Çocuğun her şeye düşmanca bakan gözleri kısıldı, kasılan elleri yumuşadı. İçinde tanımlayamadığı bir kıpırtı vardı. Beyni bulandı, sisler kapladı her yeri. Nerden geldiğini bile anlayamadı. Beş yıl öncesi belirdi birden. Her şey ne kadar da farklıydı. Bir ev, yeşil boyalı, balkon demirlerinde çiçek saksıları. Bahçesi ne kadar da güzel. İşte  orda oynuyor kırmızı kamyonetiyle.Bir kadın çıktı evden,yaklaştı.Anneciğim,dedi çocuk,başka bir şey söyleyemedi.Kadın şefkat dolu gözlerle bakıp saçlarını düzeltti çocuğun ve yanaklarını öptü sımsıcak.Anne sıcaklığı buydu demek.”Uslu dur ,ben Hatice Teyzenlere gidiyorum,erken dönerim.Baban evde,biraz oyna sonra eve gir oldu mu Can?” Can mı? O da kim? Can ben miyim? Ben Can mıyım? diye düşündü ve annesinin ardından bakakaldı. Annesi üç beş adım attıktan sonra geri döndü ve gülümseyen gözlerle bir daha baktı Can’ına. Çocuk bir an titredi ve yavru kedinin gözlerini gördü.Ne güzeldi rengi,koyu yeşil , parlak ve manalı.Sanki “Can , diyordu,hatırladın mı beni?”Çocuk yine bahçede buldu kendini,içerden babasının sesini duydu.Balkona çıkıp onu kontrol etti babası.Yeni alınan kamyoneti ile oynadığını görünce usulca geri çekildi,tekrar gömüldü koltuğuna ve televizyona daldı.Ne büyüktü babası,kocaman elleri vardı.Can’ı kavrayan ve yukarılara kaldıran elleri.Can hep onun kadar büyük olmak istiyordu.Ama imkansız gibi geliyordu.Annesi çok yemek yerse ve yaramazlık yapmazsa çabuk büyüyeceğini söylemişti.Güveniyordu annesine;çünkü o hiç yalan söylemezdi.Kamyoneti kırmızıydı,küreği de.Toprağı kürekle alıyor sanki çok ağır bir yük almış gibi zorlanarak kamyonete boşaltıyordu.Sanki hayat şu an o kamyoneti doldurmaktan ibaretti.Doldurmalı ve biraz öteye boşaltmalıydı.Çünkü o şofördü ve işi buydu.Tam küreğini boşaltıyorken yere  düştü.Ne olduğunu anlayamadı.Her yer her şey sallanıyordu.Evlerin taşları savruluyordu.Çok korktu.Kocaman gözlerle ağaçlara baktı.Sanki yürüyordu ağaçlar.Kamyoneti takıldı gözüne ,ötelere fırlıyordu.Dizleri üstünde doğruldu kalkmaya çalıştı, kamyonetini yakalamalıydı. Fakat yüz üstü yere kapaklanıverdi. Annesinin çığlığını duydu. Can! Can! diye bağırıyordu annesi uzaklardan. Sonra her şey silindi, beyaz bulutlar kapladı her yanı. Sanki onu bulutların üstüne oturtmuşlar uzak bir yere götürüyorlardı. Şaşkındı sadece bakıyordu etrafına boş gözlerle. Sımsıkı kapattı gözlerini, gitmek istemiyordu, annesi merak ederdi, uslu dur demişti çünkü. Sımsıkı kapattı gözlerini ve açamadı acıdan. Bir yatakta uyandı. Beyaz çarşaflar üstündeydi fakat kan vardı bu çarşafta. Yer yer öbek öbek kanlar. Çok korktu. Çünkü o kandan çok korkardı. Bir gün eline cam parçası batmıştı, çok kanamıştı, annesi kesilen yeri sarıncaya kadar gözlerini sımsıkı kapatıp ağlamıştı, ağlamak da ne kelime dakikalarca bağırmıştı. Annesi susturmak için ne diller dökmüştü, sonunda elini kat kat sarmışlardı da kan görmeyince susmuştu. Yatağındaki kanı görünce tekrar başladı ağlamaya. Fakat annesi gelmedi onu avutmaya. Nerdeydi annesi?En küçük bir seslenişinde yanında bulduğu annesi şimdi niçin gelmiyordu?Bir hemşire yetişti çığlığına “sus küçük , ağlarsan diğer çocukları da korkutursun” dedi.O an etrafına baktı.Kendi gibi bir sürü çocuk yatıyordu yataklarda ve hepsinin bir yerleri sarılıydı.Yoksa onlara da mı cam batmıştı?Anneleri mi sarmıştı onların da kanayan yerlerini?Fakat hepsi de yalnızdı.Hiçbirinin yanında annesi yoktu ki.Sustu birden ve hemşirenin gözlerine baktı.Ondan “aferin uslu çocuk” sözünü duyunca susulması gerektiğini anladı.Günlerce bekledi ama bir türlü gelmiyordu annesi.Peki babası nerdeydi,o niçin gelmiyordu? "Yoksa gittiler mi,beni bıraktılar mı?”diye kaç gece ağladı gözyaşlarını saklayarak.Her gecenin sabahına şişmiş gözlerle uyandı. Fark etmesin diye ağladığını bir daha gözlerine de bakmadı hemşire ablanın. Çünkü ne demişti hemşire ablası, o ağlarsa diğer çocuklar da ağlardı. Bunları düşünüyor ve bir çocuk olarak en zor işi başarıyordu."Sessizce ağlamak.”Tam beş sene yaptığı gibi, sessizce, kimseyi korkutmadan, kimseye göstermeden ağlamak.

      Önce bir yurda yerleştirildi. Kendisi gibi bir sürü çocuk vardı burada. Tam beş yaşındaydı, bir gece tamamen anladı. Artık annesi ve babası gelmeyecekti. Her gün her gece beklemişti ama yoktular işte, gelmiyorlardı. Onların öldüğünü düşünmüyordu çünkü ölüm nedir bilmiyordu. Başka yerlere gittiklerini, kendilerine yeni bir Can bulduklarını düşünüyor, gözyaşlarının çarşafları ne kadar çabuk ıslattığına şaşırıyordu. Ve canı o kadar çok yanıyordu ki bunları düşünürken hiçbir şey teselli etmiyordu onu, pencereden dışarı bakıyor suskun, dalgın etrafı seyrediyordu. Artık kimse ona Can diye seslenmez oldu, doğrusu seslenen kimse de yoktu zaten. Ve unuttu adını.

       Bir gün bahçeye çıkmıştı, tahta oyuncaklarla oynarken bir kedi gördü ve peşinden gitti. Yakaladı onu ve okşamaya başladı. Evlerinin bahçesini hatırladı, o bahçede her gün gizli gizli ekmek attığı kediyi hatırladı. Şimdi elinde ekmek de yoktu, nerden bulacaktı, kimseden ekmek de isteyemezdi. Yemek saatinden başka bir zamanda ekmek alamazdı, kurallar vardı. Çaresizlik kapladı her yerini, eğildi kedinin kulağına konuşmaya çalıştı. Yurda geldiğinden beri günlerce konuşmadığı için kelimeler yabancılık çekti dilinde. Yüreğinden kopan sözlerle seslendi sonra, çözüldü Can’ın kelimeleri birer birer.”Kedicik, aç mısın? Sana ekmek vermeyi isterdim ama imkânsız. Yemek saatinden sonra gel olur mu? Ben cebime saklarım senin için. Ama söz ver geleceksin de mi, söz ver.” Kedi koşarak bahçe duvarını aştı. Can ardından bakakaldı. Yemek saatini bekledi sabırsızlıkla, hiç olmadığı kadar heyecanla yedi yemeğini ve küçük bir ekmek parçasını gizlice koydu cebine. Kendini zor attı dışarıya, etrafına bakındı kediciği aradı. Yoktu, yoktu işte. Hüsranla geri döndü, tekrar yurda girecekti ki bir ses duydu, döndü ve onu gördü. Gelmişti, söz verdiği gibi gelmişti işte. Annesi gibi yapmamıştı, sözünde durmuştu. Hemen bir ağacın altına koştu ve kediciği çağırdı. Ürkek adımlarla yaklaştı Can’a kedi. Yavaşça ekmeği yere koydu ve kenara çekildi. Evde de böyle yapardı,yoksa yemezdi kaçardı hayvan.O ekmeğini yerken Can kenardan izledi.Dokunmak okşamak istiyordu fakat kaçar diye çok korkuyordu.Şu anda hayatındaki en önemli varlıktı,onu kaybederse kiminle konuşacaktı.O büyük sessizliğine tekrar dönmek istemiyordu.Kedinin gözlerinde evini,bahçesini görüyordu Can.O bahçede kırmızı kamyonu vardı,o evde annesi babası vardı.Onu kaybedemezdi,kaybederse artık dayanamazdı.Günlerce kimseye belli etmeden besledi kediyi,tek onunla konuştu,evini,kamyonunu anlattı ona.Diğer çocuklara asla söylemedi,alırlar elinden diye korkuyordu.Bir gün dostu gelmedi,saatlerce bekledi.Çocuklar kendi aralarında konuşurken duydu onu yıkan haberi.Tek dostunu bir belediye görevlisi torbaya koymuştu ve bir kamyonet alıp götürmüştü uzaklara.Yıkıldı , tek kelime etmedi.Kabuslar gördü, ağlayarak uyandı gecelerce.Onlarca belediye görevlisi elinde torbalarla üstüne geliyorlardı.Korkarak kaçıyordu ve her yönden gelen kedi sesleri Can’ı çıldırtan kabusa ekleniyordu.Artık hep bu kabusla uyanır oldu.Önce kırmızı kamyonu sonra kedisi…Niye gitmişlerdi, Can’ı sevmemişler miydi?Anne babası da terk etmişti zaten,küçük yüreği kaldıramadı bu terk edişleri,günlerce dolaştı bahçe duvarının kenarlarında.Görevli teyzeler boşuna seslendiler,boşuna kızdılar Can’a.Çünkü Can artık duymuyordu bu sesleri.Sonunda yanına kadar gelip elinden tutuyor çekiştire çekiştire içeri sokuyorlardı.Yedi yaşına gelince ilkokula başladı.Kendisi gibi onlarca çocuk vardı okula başlayan.Onlarla beraber gidip geldi ama sessiz ve duyarsız halinden bir türlü kurtulamadı.Hep bekledi bir gün bu bahçe duvarından çıkacağı ve bir daha dönmeyeceği günü.


      Bir şubat sabahı okula gitmek için çıktı ve bir daha da dönmedi. Kendini koca şehrin kollarına bıraktı. Sekiz yaşındaydı ve bu koca şehir için çok küçüktü. Düşmanı olarak gördü bütün evleri. Sokaklarda başıboş gezerken hep baktı ve kızdı onlara. Neden kendi evi yıkılmıştı da bunlar sapasağlam ayaktaydı. Büyüyünce benim de böyle güçlü evlerim olacak ve hiç yıkılmayacak dedi kendi kendine. Yürüyordu, acıkmıştı ve çok üşümüştü. Kararlıydı bir daha o bahçe duvarını görmemeye. O kendi duvarını yıkmıştı ve şimdi elinde bir balyoz gördüğü her duvarı yıkmak geçiyordu içinden. Hava kararmaya başladı, pişman olur gibi oldu. Şimdi ne yapacağım, ne yiyeceğim, nerede yatacağım diye düşündü. Sekiz yaşında bir çocuğa bu koca şehir acır mıydı? Yutardı ve ancak mezar olurdu. Uygun bir yer bulup yatmayı düşündü. Hava soğuktu ve yağmur Can’ın ceketsiz olduğunu düşünmeden çiseliyordu. Can’ın kaybolmuş hayatını bir kat daha örtmek için çiseliyordu. İrkildi Can ve kedinin gözlerinde kendini gördü. Annesini ve babasını gördü. Ve en son bahçelerinde onu bekleyen kırmızı kamyonetini gördü. Kollarını açarak koştu onlara doğru. O gözler fısıldadı Can’a:”Haydi, hayat seni bekliyor, artık üzülmeyeceksin. Bak annen, baban da orda. Bak işte kırmızı kamyonetin de var. Bırakmamışlar seni, terk etmemişler.”İkisi birlikte uzaklaşırken bilinmeze doğru, bir yazar sıcacık evinde çayını yudumlarken yeni hikâyesine bir giriş yapmıştı bile. Şöyle başlıyordu hikâye:
”SOĞUKTU VE YAĞMUR ÇİSELİYORDU.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar