BİTMEYECEK HİKAYENİN KAHRAMANLARINA

          
         Bazı şehirler vardır insanın hayatında iz bırakan, kaldırımları arkadaş, rüzgârı sırdaş olan ve hayatımızın bir bölümünde yer alıp bir dost gibi geçmişten göz kırpan, bize hayat olan…    Aslında hayat dediğimiz şey bir münadinin seslenişiyle son bulacak bir hikâye değil midir? Ve herkes kendi hikâyesinin kahramanıdır aslında. Gün gelir , “bir tel kopar ve ahenk ebediyyen kesilir.”   Fakat bazı hikâyeler vardır ki hiç bitmez, sonsuza kadar yazılır, sonsuza kadar yaşanır…   
                                
Bitmeyecek hikâyenin kahramanlarına!                                          
         1964’te başlayan bir hikâyedir bu. Yıl 2016 ve hala yazılıyor. Yazanı öğretmen, yazılanı öğretmen. Elimde bir kalem ve bir defter, karşımda İlk Öğretmen Okulundan Demirci Eğitim Fakültesine kadar mezunların fotoğrafları...1967’den itibaren tek tek bakıyorum fotoğraflara. Her bir fotoğrafta anılar… Zamanı dondurmuş bu kareler. Sükûtun dile geldiği anlardayım. 

       Öğretmenleri ve öğrencileri ile binlerce gönülde iz bırakan bu eğitim membaı hakkında bir şeyler yazmak meğer ne kadar da zormuş. Elimdeki kaleme bakıyorum ve diyorum ki kendi kendime “sen ne yapıyorsun. Akıbeti tükenmek olan bir kalemle bir ummana dalıyorsun.Boğulacaksın, kaybolacaksın bu ummanda!” Bir cahil cesareti çekip çıkarıyor beni bu umutsuzluk çukurundan.Ve karşımda  akıp giden fotoğraflar da dile geliyor: “Yaz ”diyorlar. “Yolu Demirci’den geçenleri yaz, gönlü Demirci’de kalanları yaz. Kırmızı kiremitli evlerde soba başında ders çalışan ve her sabah bir sarsıntı ile yatağından sıçrayan 70’li 80’li yılların öğrencilerini yaz. Nefes kesen Demirci yokuşlarında kol kola okula gittiğimiz yılları yaz. Ülkemizin dört bir yanından, Anadolu’nun bu sokağı dar gönlü geniş ilçesine bizi sürükleyen rüzgârı yaz! Biz o rüzgârı dolu dolu çektik içimize,  senelerce… Ve aynı rüzgârla savrulduk her birimiz yurdun dört bir köşesine.”
       Ve yazdım ben de… Bu aciz kelimelerimle… Kimseye tercüman olamasam da ve ben de bir uzak diyardan belki de aynı rüzgârla Demirci’ye savrulsam da, yolu Demirci’den geçenleri yazdım. Yolu Demirci’de biten biri ne kadar yazabilirse o kadar yazdım:
     “Demirci Eğitim Fakültesi… Bir gelirken bir de giderken ağlanılan okul. Manisa diye yazılıp 163 km uzaklıktaki Demirci’ye gelen şaşkın öğrenciler… Ve yıllar sonra “ Ah Demirci!” diye güzel anılarla yâd edilen ilçe… Fakat ne acı ki, göze alınamayan yolu yüzünden gidip de bir daha dönülemeyen şehir…
       Nice öğretmenler yetişti bu eğitim yuvasında. Binlerce öğretmen ve onların yetiştirdiği yüzbinler… Şimdi yemyeşil ağaçlar arasındaki bu okul, zamanında bozkır bir sahada iki bina ile eğitime açmış kapılarını. Okulun ilk öğrencilerinden Ali Rıza ÖZMEN diyor ki “ 1964 yılının ocak ayı. Her yer diz boyu kar. Ellerimizde boyumuzdan büyük çapa, kürek, manila demiri. Başımızda tarım öğretmeni. Donmuş toprağa çukur açıyoruz. Manila demirine ellerim yapışmış. Avuçlarımız donuyor. O çamlar şimdi 51 yaşında bir orman.”
      Ali Rıza Hocam, bizler Demirci’nin yüksek tepelerinden sizin zemheride diktiğiniz o çamları seyrediyoruz. O çamlar hala burda ve dimdik ayakta. Peki, sizler nerdesiniz şimdi? Demirci’yi eğitim şehri yapan yüce gönüllü insanlar! Kim bilir hangi şehirlerde belki de öğrencilik yıllarınızı anlatıyorsunuz etrafınızdakilere…  “Ah Demirci!” kelimeleri dökülüyor mu dilinizden?
       Bir sesleniş bu. Anılarınızı bıraktığınız şehir hiç unutmadı sizi. Çünkü şehrin de bir ruhu vardır ve unutmaz sevenlerini…
       Her yıl mezuniyet yürüyüşünde yüreği kıpır kıpır gençlerin arasında emin olun sizler de varsınız. Al bayrağımızı tutan eller sizin de elleriniz.
       Bu hikâyenin yazarı da sizsiniz, kahramanı da siz! Bir gün dönüp gelirseniz bu inişli yokuşlu kente, sokakları değişmiş görürsünüz belki fakat yürekler aynı.
      Her eylülde “Anadolu’nun Oxford’una Hoş Geldiniz” yazısı karşılıyor gelenleri. Bu yazının her harfinde sizler varsınız. Eğitim Fakültesinin unutulmaz öğrencileri…”


Yorumlar

Popüler Yayınlar