ANA DOLU

Ana dolu
Gecenin gündüze el verdiği saatlerde emanetini teslim alırken gündüz,hayat nelere gebeydi bilinmezdi.Binlerce canla birlikte o da uyanırdı her gün doğan güneşle, binlerce canla birlikte o da kapatırdı gözlerini dünyaya. Gecenin gündüzü kovalaması gündüzün geceyi karşılaması sırasını şaşırmadan devam eder dururdu.Şehrin ışıkları fırsat vermezdi bu karşılamalara şahit olmaya fakat köylerde bir senfoniye dönüşürdü bu tören. Kuş sesleri, horoz sesleri,köpek ulumaları,kuzu meleşmeleri eşlik ederdi bu devir teslime.Hayatı kaçıranlar aslında her gün bu şöleni de kaçırıyorlardı. Şahit olanlar ise belki kıymetini bilemeden göçüp giderlerdi bu alemden.
Yaşlı ve yorgun dünya yine döndü bir yüzünü güneşe ve aydınlandı kuzey yarımküre. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede daha deniz görmemiş Emine Ana da döndü yüzünü güneşe ve harladı yanan ateşi. Harlanmaya ihtiyaç duymayan bir ateş de yüreğinde. Senelerdir ilk horozlarla uyanır ikinci horozlarla namazını kılıp tesbihini eline alırdı. Telefon nedir bilmeden, alarm nedir duymadan akşam olur sabah olurdu ve her sabah aynı duaları tekrarlardı usanmadan bıkmadan.On yıl önce toprağa verdiği oğluna hasreti çökerdi yüreğine ve oturduğu sedir daha bir ağırlaşırdı bu yükle. Gün ışısa da yüreği ışımazdı bir türlü. Emine Ana diye etrafında dolanan genç kızları gördükçe daha bir yanardı ve usul usul kanardı bu yürek.Ocağa birkaç meşe odunu daha attı. Mart ayı bu,soğuğu keser bıçak gibi. Kuzuyu kurda, çiçeğe durmuş ağacı kara buza yem ederdi. Gurbet yirmi yıldır düşmanıydı Emine Ana'nın.Otuz yaşındaydı Hüseyin'i gurbete gittiğinde . Gurbet ilk başlarda dost görünmüştü gözüne. Köyden eli iş tutan erkekler bir olmuş tez zamanda döneriz diye tutmuştu gurbet yolunu. Ekmek parasıydı, toprak parasıydı hayalleri.. İriydi kuvvetliydi Hüseyin.Gücünün zirvesindeydi,ustaydı hem de... Kim bilir ne işler bulacak, çok çok üç beş sene sonra dönecek, yıllardır hayalini kurduğu topraği alıp içine kendi elleriyle yapacağı evde yaşayacaklardi mutlu mesut. Şimdiki bu harabeden de kurtuluşuydu bu yol. Bir pazar günü 10-15 erkek yolculandi dualarla, kimi nişanlısını bıraktı ardında kimi karısını, çocuğunu kimi de daha gönlünü açamadığı sevdiğini.Arkalarına bakmadan tuttular yolu, gözden kayboldular.Tepenin ardında kaybolduklarında bir ağırlık çöktü geride kalan gönüllere. Sular serpildi arkalarından, dualar edildi, "tez zamanda dönerler inşallah" dendi ve herkes kendi yalnızlığına gömüldü. Emine Ana da yıllarca gözü kapıda kulağı seste bir haber bekledi, seneler geçti de Hüseyin'den haber gelmedi.Gidenlerin birkaçı döndü ve Hüseyin bir selam bile göndermedi. Sanki ağız birliği etmişçesine kimse de bir şey söylemedi. Emine'nin bir haber bekleyen yüreği taş oldu,bir ses bekleyen dilleri sustu lal oldu. Sustukça dili, çığlık çığlık oldu yüreği. Sabır da bir yere kadardı onun da bir sınırı vardı ve o sınırın sonu geldi. Bir sabah giyindirdi kuşandırdı oğlunu. Kararlıydı, gidecek Hüseyin'i bulacaktı.İsmail de büyümüştü artık. Hüseyin'le bir gidip geri dönenlerin iki üç çocuğu daha olmuştu. Kadınlar kendi aralarında konuşurken Emine'yi görünce susuyor sanki ağız birliği etmişçesine "gelir bacım,az daha sabır" diyorlardı. Dilleri başka gözleri başka söylüyordu.Uzun zamandır farkındaydı Emine ve oğlunu da yanına alıp Hüseyin'i bulmaya karar verdiğinde komşuları dikildi karşısına:
"Emine Bacı, yetti artık bize de yetti sana da yetti.Bunca yıldır bir selamı esirgeyen kocadan hayır mı bekliyorsun? Gidip de ne yapacaksın, senin yerine koynuna aldığı karının iki çocuğu var kocandan. Bunca yıl sustuk, gelir dedik, umut verdik sana ama nafile, döneceği yok o deyyusun. Oğlu büyüsün dayanamaz gelir dedik,döneceği yok o kadirbilmezin." Sustular sonra, söz bir kere çıkmıştı ağızdan. Bunca yıldır gizledikleri buydu demek. Gelir diye oyaladılar beni, meğersem biliyorlarmış neden gelmediğini, meğersem biliyorlarmış, dedi içinden. Öfkesi kudurdu içinde, yumruğunu sıktı,dişlerini geçirdi ellerine. Herkesin bildiği gerçeği bir o bilmiyordu. Peki neden, neden bunca yıl oyaladılar beni? Soramadı, sustu ve döndü gerisin geri. Üç gün çıkmadı dışarı, üç gün açmadı kapıları.İsmail'e sarıldı sarıldı ağladı. Kapısına gelen komşuları döndüler gerisin geri, "boyu devrilesice Hüseyin!" diye diye evlerine gittiler.
Elindeki kağıdın sonuna gelmişti Nihal, hem gülen hem de soran gözleriyle Bahar'a baktı:
_Bitti mi, ne bu şimdi? Anlamadım.Ne bu şimdi? Ya sana diyorum!
_Nihal,ne düşünüyorsun onu söyle. İyi mi kötü mü? Lafı dolandırma.
_ Bu ne biçim hikaye hadi başı belli de sonu yok.
_ Ne var yani hayat da öyle değil mi? Başı belli de diyor, susuyoruz. Aslında ne başının farkındayız ne de sonunun.
_Bak,bak, bak! Edebiyatçı konuştu gene. Kızım sana söylüyorum bunun sonu ne böyle? Kapı kapandı ve açılmadı öyle mi? _Yoo ne biliyorsun açılmadığını?
_ işte sen yazmışsın ya!
_Öyle bir şey yazmadım, o kapıyı açmak okuyucunun işi.
_O ne demek öyle? Ben istersem açılacak mı yani, Emine Ana çıkacak mı evden?Hem İsmail'i de öldürmüşsün. Ne oldu o çocukcağıza,niye öldürüyorsun, neden yaşatmıyorsun?
_ Ooo işi bulduk seninle. Her şey bizim istediğimiz gibi olsaydı hayatın ne anlamı vardı?
_ Bak beni kızdırma Bahar! O kadın o evden çıkacak, doğan güneşe umutla bakacak anladın mı? O çocuk da ölmeyecek! Nokta.
_ Sen gerçekten bunu mu istiyorsun?
_Evet Emine Ana mutlu olsun, hak ettiği hayatı yaşasın istiyorum.
_ O zaman iyi dinle! Bırak benim hayali kahramanımı, sen aç kapını ve çık dışarı! Bak bakalım etrafına. Madem bu kadar istiyorsun, ortalık Emine dolu şiddetin kol gezdiği sokaklarda. Evler Emine dolu sen yanlarından geçip giderken fark etmesen de. Sokaklar İsmail dolu.Kitap sayfalarına gömülmekle, yazılanları değiştirmekle olmuyor bu işler. Ben Emine Ana'yı evine hapsettim, insanların vicdansızlığından korumak için.Madem sen çıkar onları ışığa, her taraf Emine dolu. Her taraf Emine gibi Ana dolu!

Yorumlar

Popüler Yayınlar